16 Ekim 2009 Cuma

BAŞHEKİMİN MESAJI



BAŞHEKİM Dr.Hasan KAYA


Dâhiliye Polikliniği Hizmete Girdi

Tam teşekküllü hastane gibi hizmet verebilmesi için yenileme çalışmaları süren Kozlu Semt Polikliniği’nde, Dâhiliye polikliniğini hizmete açıldı.

Kaliteli hizmet ve uzman kadrosuyla hastalarına hizmet veren poliklinikte hafta içi her gün dâhiliye polikliniği hizmet verecek. Hafta içi her gün hem Kozlu’da hastalarına uzman doktorlar tarafından hizmet verileceğini belirten

Başhekim Dr. Hasan Kaya,

Konu ile ilgili bilgiler verdi. Kaya, açıldığı günden bugüne kadar hastaneyi hizmet konumunda yenilediklerini belirterek, Daha önceki yıllarda kullanılmaz bir haldeyken, AK Parti hükümeti tarafından poliklinik baştan aşağıya yenilendi.

Açıldığı günden bugüne kadar hastanede vatandaşlarımıza kaliteli hizmeti sunmak için elimizden gelen çalışmayı sergiliyoruz. Hastanemiz gün geçtikçe yeniliyoruz.

Son yaptığımız değişikliklerle, belde halkının ihtiyacına cevap verebilecek noktaya geldik. Hastanemizde hafta içi her gün uzman hekimlerin olacağı dâhiliye polikliniği açarak hizmet vermeye başladık. Tüm KOZLU belde halkımıza hayırlı olsun.

BAŞHEKİM
Dr.Hasan KAYA


HASTANE ENFEKSİYONLARININ KONTROLÜ: NASIL OLMALI?

Hastane enfeksiyonları, mortalite ve morbidite oranları yanısıra hastanede yatış süresi ve maliyette ek artışlara yol açmaları nedeniyle de gelişmekte olan ülkeler için olduğu kadar gelişmiş ülkeler için de önemini ve güncelliğini korumaktadır. Bu enfeksiyonların ek yatış süreleri, ek maliyet ile mortalite oranları tabloda sunulmuştur. Hastane enfeksiyon oranları ülkeden-ülkeye ve hatta hastaneden-hastaneye değişmek üzere genellikle %8-13.5 arasındadır. Bu oran sürveyansın en düzenli yapılabildiği ülkelerden olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) için %5 olarak bildirilmektedir.
Amaç sağlık kurumlarını hem oraya gelen ve hizmet alan hastalar açısından hem de orada çalışan ve hizmet veren insanlar açısından daha temiz, daha sağlıklı bir hale dönüştürmek olmalıdır.

HIPOKRAT YEMINI
Tıp ta yemin denilince ilk akla gelen Hipokrat Andıdır. Hipokrat ( M. Ö. 460 - 370 ) yaklaşık 2500 yıl önce tıbbın özellik arz eden bir sanat olduğu fikrini benimseyerek, bu sanatı yapacak olanları belli bir yemin etrafında birleştirmek ve sanatın kutsallığını ifade edebilmek amacı ile böyle bir metni gelecek kuşak hekimlere miras bırakmıştır. Tıpta yemin Hipokrattan sonra da Galen, Laennec, Hufeland gibi ünlü isimlerin de ilgi odağı olmuş ve bu hekimlerde kendi oluşturdukları metinleri tıp dünyasına armağan etmişlerdir. Ancak yeminlerin sadece isimleri değişmiş, anlam ise “Hipokrat Andı” nda olduğu şekli ile kalmıştır. ” Hayata saygı duymak ve zarar vermemek.””

”GÜNÜMÜZDEKİ HALİ"
Tıp fakültesinden aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma,
Hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime ve bilgilerimi insanlık aleyhine kullanmayacağıma mesleğim dolayısıyla öğrendiğim sırları saklayacağıma hocalarıma ve meslektaşlarıma saygı göstereceğime din, milliyet, cinsiyet, ırk ve parti farklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime mesleğimi dürüstlükle ve onurla yapacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.
*******************
KOZLU SEMT POLİKLİNİĞİ
Doktorları
Dr. Hasan KAYA ( Başhekim )
Dr. Hakan AKYÜZ
Dr. Ali Kemal KAYAHAN
Dr. Erol SAĞATLI
******


BAŞHEKİMİMİZ





























SAĞLIK BAKANLIĞI HASTANELERİNE BAĞLI SEMT POLİKLİNİĞİ OLARAK AÇILACAK SAĞLIK BİRİMLERİNİN LİSTESİ
ZONGULDAK
Devrek Dispanseri
SB Devrek Devlet Hastanesi Semt Polikliniği
Kilimli Dispanseri
SB Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi Semt Polikliniği
Kozlu Dispanseri
SB Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi Semt Polikliniği
Filyos Dispanseri
SB Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi Semt Polikliniği
Saltukova Dispanseri
SB Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi Semt Polikliniği
Gökçebey Dispanseri
SB Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi Semt Polikliniği



DOKTORLARIMIZ







POLİKLİNİK HİZMETLERİMZ.



YARALANMALARDA İlk Müdeahale ve Her tür yaralarınız için, Ehil ve Uzman ellerde PANSUMAN Hizmeti Kozlu Semt Polikliniğinde itina ile yapılmaktadır.


POLİKLİNİKLER





Dünden Bugüne Kozlu-ZONGULDAK



zonguldak tarihi :

Zonguldak konusunda bilinenler ve unutulanlar üzerine bir kaç rakam
Açıklama

Zonguldak konusunda bazı rakamlar vereceğiz bugün. Kimi inanılması güç, kimi unutulmuş bir dizi rakamlar.

Verilerden de anlaşılacağı üzere bu kadar genç ve bu kadar erken terk edilme düşüncesi yaratılmış bir başka kent de sanırız yoktur.

İncelendiğinde görüleceği gibi, inşası “daha dün gibi” sayılacak bir kentin 18 yaşından 50 yaşına kadar bütün çiftçileri “mükellefiyet”e tabi tutularak işçileştirilmiş, kadınları tarlada çalışır hale getirilmiş; dolayısıyla vaktiyle az miktarlarda ekilse de tarımı dumura uğratılmış bu yurt parçası için iğneden ipliğe kimi rakamlar yayınlayacağız.

Yan sütunlarımızda ise maden işçilerinin 1945 yılına ait sağlık sorunlarını dile getiren ve 12.9.1945 tarihli Tan Gazetesi’nde yer alan Dr. Sâbire Dosdoğru’nun bir yazısını sunuyoruz.

Tabi ki, yine Zonguldak.

(18 Temmuz 1994 Uyanış)

● 1928 yılında elektriğin birim fiyatı vergiler dâhil 13 kuruştu.

● 1940 yılında suyun metreküpü 20 kuruştan satıldı.

● Yerel banka Efesbank 250 lira sermaye ile kuruldu.

● 19 Ağustos 1934’de belediye kurulduğunda Zonguldak’ta 6 mahalle (Meşrutiyet, Mithatpaşa, Baştarla, Karaelmas, Ontemmuz ve Terakki) vardı.

● 1949’da yol durumu: 42.264 metrekare katranlı şose. 18.813 metrekare adi kaldırım. 12.855 metrekare parke.

● Kentin su şebekesi 1940 yılında yapıldı. 3 km. uzaklıktaki Kokaksu’dan çekilen çelik borularla yapılan su şebekesi 275.615.038 (ikiyüz-yetmişbeşbin-altıyüz-onbeş-lira-otuzsekiz kuruş) TL.’ye mal oldu. Bu suyun metreküpü 20 kuruştu. Su abonesi sayısı 2018 idi. Kent içinde genel kullanıma açık olarak 14 çeşme vardı. Buna karşılık yangın muslukları sayısı 56 idi.

● Zonguldak’ın elektrik tesisatı işi 1928 yılında bitirildi. Toplam değeri 105.358.098 (Yüzbeşbin-üçyüzellisekizlira-doksansekizkuruş) TL. idi. Elektrik Çatalağzı’ndan getirilmekteydi. Elektrik abonesi sayısı 3115 idi. Cadde ve sokaklarda 705 lamba vardı. Elektriğin birim fiyatı 10 kuruştu ve yardım-vergilerle birlikte 13 kuruşa satılmaktaydı.

● 1940 yılında itfaiye kadrosunda 20 kişi görevliydi. (1 amir, 1 baş şoför ve makinist, 1 çavuş, 1 onbaşı, 6 şoför ve 10 er) Buna karşılık araç-gereç sayısı şöyleydi: 2 arozöz, 2 motopomp, 1 eşya kamyoneti, 1 Kılavuz otomobili ve 1450 metre bez hortum.

● İskele 1932 yılında yapıldı. 80 metreden fazla boyu olan iskelenin maliyeti 47.230.041 (kırkyedibin-ikiyüzotuzlira-kıkbir kuruş)’tur.

● Üzülmez deresi boyunca limandan başlanarak Ankara Köprüsü’ne kadar uzanan dere rıhtımı 1942 yılında 320.090.60 (üçyüzyirmibin-doksanlira-altmış kuruş) harcanarak yapıldı. Daha sonra bozulan kısımları onarımı için 45 bin lira harcandı.

● 1936 yılında yapılan belediye binası için (Gümrük Müdürlüğü karşısındaki) 29 bin 271 lira 78 kuruş harcandı.

● Karabük Demir Çelik Fabrikaları’nın temeli 3 Nisan 1937’de Başbakan İsmet İnönü tarafından atıldı.

● 1945 sayımına göre Zonguldak Nüfusu 33 bin 480 olarak belirlenmişti. Kentte 1466’sı ahşap, 3411 bina vardı. Bu binaların 2043’ü bir katlı, 260’ı üç katlı, 48’i dört katlı ve 19’u beş katlıydı.

● 1946 yılında60 bir lira olan Zonguldak Ticaret ve Sanayi Odası bütçesi, 1947 yılında Safranbolu ve Kdz. Ereğli bürolarının kurulmasıyla 38 bin 299 liraya düştü. O tarihte E.K.İ’nin oda aidatı yıllık 5 bin lira idi. Zonguldak Ticaret ve Sanayi Odası 30.7.1919’da Zonguldak kaza iken kuruldu.

● 9 Şubat 1933’te tamamen yerel olan Efesbank kuruldu. 250 bin lira sermaye ile kurulan Efesbank’ın kurucusu Şefik Kamil isimli bir tüccardı.

● Zonguldak’ta Ziraat Bankası 1913 yılında ilk kez bir sandık olarak ortaya çıktı.

● 27 Mayıs seçimlerinde Zonguldak Belediye Maclisi’nde 27 asil ve 27 yedek üye görev aldı. 1946 yılında belediye bütçesi 510 bin lira ile bağlandı.

1923 YILINDA ZONGULDAK’TA 296 ÇOCUK DOĞDU 273 KİŞİ ÖLDÜ

● 1929 Yılında frengi ve sıtma ile savaş ilan edildi. Toplam 360 bin 86 kişi sıtma taramasından geçti.

● 1947 yılında Zonguldak’ta 4210 hasta muayene edildi. 235 kişi hastaneye sevk edildi. 635 hastaya ilaç yapıldı.


1925 -Zonguldak Devlet Hastanesi Frengili Erkek Koğuşu


● 1947 yılında 1411 esnaf üç aylık muayenelerden geçirildi. Bu esnaflardan 50’si görevlerini bıraktılar. Yapılan teftişler sırasında gıda maddesi satan 351 dükkânın gayri sıhhi mal sattığı görüldü. Haklarında gerekli işlemlere başlanıldı. Yine aynı teftişler sırasında yenmesi uygun görülmeyen 57 muhtelif gıda maddesinden 28’i tahlil edildi. Bunların 17’sinde kesin zarar tespit edildi. 23 gıda maddesinin yenmesi de sakıncalı bulundu. Toplam 40 değişik gıda maddesi imha edildi.

● Zonguldak’ta 1929 yılında frengi ve 1945 yılında sıtma ile savaş başlatıldı. 1945 yılındaki sıtma taramasından 360 bin 86 kişi geçti. 39.887 metrekare bataklık kurutuldu. 7103 metreküp çukur dolduruldu. Bütün bu işler için 5669 işçi çalıştırıldı.

● 1947 yılında Zonguldak’ta 997 kişi evlendi, 55 boşanma davası oldu. 3.032 çocuk doğdu, 2.089 kişi öldü.

● 1923 yılında Zonguldak’ta 296 kişi doğdu, 373 kişi öldü.

● 1924 yılında Zonguldak’ta ölüm olayları daha da arttı.

1937 YILINDAN BAŞLAYARAK OCAKLARDA
SAYILARI 1600’LERE ULAŞAN MAHKÛMLAR ÇALIŞTIRILDI


16.1.1937 günü Adalet Bakanlığı ile Türk-İş Kömür Şirketi arasında bir anlaşma yapıldı.
Bu anlaşma uyarınca kömür şirketi ilk kez mahkûm işçiler kullanmaya başladı.
İlk gelen 50 kişinin pavyonların inşasında çalıştırılmasıyla başlanılan mahkûm işçilik statüsü için 4.5.1927’de Zonguldak’a 100 hükümlü daha sevk edildi.
“Maden Yeni Cezaevi” bünyesinde çalışarak hükümlülüklerini tamamlayan
insanlardan 50’si daha 12.8.1937’de Zonguldak’a gönderildi.



Miktarları daha sonra da artan bu hükümlüler cezalarını maden ocaklarında çalışarak çektiler. Daha sonra sayıları 1600’lere ulaşan hükümlü maden işçileri Üzülmez, Yeşildağ, Kozlu ve Gelik bölgelerinde çalıştırıldılar. Mahkûm işçiler doğrudan kömür kazma işlerinde çalıştıkları gibi; ocak dışındaki inşaat, daimi tamirat ve nakil işlerinde de çalıştırıldılar. Bir günleri iki gün sayılan hükümlülerin çalışmaları karşılığında alacakları ücretler bankada tahliyelerine kadar bloke edildiğinden firar olaylarına rastlanmadı. Çünkü firar edenler ayrıca cezaya çarptırılacağı gibi kazandıkları para da hazineye devredilecekti.


KÜREK MAHKÛMU VALİ’NİN ÖYKÜSÜ

1987 yılında İl Özel İdaresi tarafından yayınlanan “Zonguldak” adlı kitapta, görev süresi dahi belirlenemeyen Zonguldak’ın 7. valisi Dr. Mithat Altıok;

1907 yılında Dr. Yüzbaşı oldu. İki yıl sonra İttihat ve Terakki Fırkası adayı olarak Van mebusluğuna seçildi. Balkan Harbi’ne katıldı. Harbin sonunda ordu ile ilişkisini keserek siyasete atıldı.

İttihat ve Terakki içindeki çalışmaları sırasında ve Birinci Dünya Savaşı’nın ertesinde Damat Ferit Paşa hükümeti tarafından tutuklandı. O ve bir kısım arkadaşları Divan-ı Harbe çıkarılarak İngilizlere teslim edildiler ve Malta’ya sürgün edildiler. 10 yıl kürek cezasına çarptırıldı. Bu mahkûmiyetinden firar ederek Bursa’daki milli kuvvetlere katıldı. Bursa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin başına geçti. Bu defa Divan-ı Harb valinin gıyabında idam cezası verdi.

Ankara Hükümeti kurulduktan sonra Düzce’de serbest hekimliğe başladı. Türk Ocağı ve Türk Hava Kurumu’na başkanlık yaptı. Bolu parti başkanlığından sonra Zonguldak parti başkanı oldu. 1935 yılında Zonguldak milletvekilliğine seçildi. Parti başkanlıklarının valilere devredilmesiyle birlikte Zonguldak milletvekilliğinden ayrıldı.

Üç yıl Diyarbakır, yedi yıl da Kastamonu valiliği yaptıktan sonra Zonguldak Valiliği görevine getirildi.

Zonguldak İl Yıllığı’nda görev süresi saptanamayan tek vali Dr. Mithat Altıok’tur. Kendinden sonra göreve başlayan Danış Yurdakul’un göreve başlama tarihi 30.7.1949’dur. Ocak 1949’da yayınlanan “Ticaret Dünyası” adlı dergide ise bir buçuk yıldan bu yana Zonguldak Valisi olduğu yazmaktadır.

MADEN İŞÇİLERİMİZDE BULAŞICI HASTALIKLAR MESELESİ

İşçilerimiz arasında ne gibi bulaşıcı hastalıklar vardır?
Bu hastalıklarla nasıl savaşılıyor?
Tifüsle mücadele.
Garip bir ant içme ve neticesi.


Dr. Sâbire Dosdoğru
(12.9.1945 Tan Gazetesi)
Endüstrinin tarihsel gelişmesi ve buna bağlı olarak gittikçe artan kolektif hayat şartları sosyal hijyenin doğmasına ve süratle gelişmesine yol açmıştır. Genel olarak toplu halde yaşanan iş sahalarında ve bilhassa maden ocaklarında, kitlenin sağlığının korunması meselesi bugün her zamankinden ziyade önem kazanmıştır.

Yakın zamanlara kadar sosyal hijyen meseleleri ile, hekimlerden ziyade sosyolog ve iktisatçılar meşgul olmuşlar ve bu özel ihtisas konusunun temellerini onlar atmışlardır. Bu arada F. Engels’in işçi sağlığını ilgilendiren geniş istatistik yayımları zikredilmeye değer.

Halen bu konu, tıbbın sınırların da aşarak başlı başına bir ilim şubesi haline gelmiş bulunmaktadır. Bugün medeni memleketlerde olduğu üzere, bizim iş sahamızda da hijyen uzmanlarının sağlık meselelerini organize etmeleri zaruridir. Ancak bu sayede, kolektif sağlık kalkınmamız, dünya çapındaki normuna ulaşmak yoluna girmiş bulunabilir.

Kolektif yaşama şartları içinde insanların birbirleriyle temasları arttıkça, bulaşıcı hastalık salgınları da o nispette artar. Bu arada özel bir durum gösteren maden ocaklarında bulaşıcı hastalıklarla mücadele meselesi büsbütün müşkülat ve ehemmiyet arz eder. Maden ocaklarımızdaki salgın hastalıklarla mücadele meselesini incelerken, her hastalığı teker teker ele alarak, kısa izahlarla, durumu aydınlatmaya çalışacağız.

TİFÜS VE BİTLE MÜCADELE: Bilindiği üzere (Lekeli Humma) bir harp ve sefalet salgınıdır. Tifüsle mücadele, her şeyden önce, bitle mücadele meselesidir. Zonguldak kömür havzasında bitin, kesin olarak önünün alınamamasının başlıca sebebini, kesin bir mücadele kordonunun hiçbir zaman organize edilmemiş olmasında aramalıyız. Yatacak yer kifayetsizliği yüzünden, çeşitli hayat şartları içinde bulunan, kirli ve temiz işçilerin iş sahasında bir araya gelmeleri ortadan kaldırılmadıkça, bu sirayetin önüne geçmek imkânsızdır. Mücadele kordonunu kıran iki önemli sebep vardır:

1) Mükellefiyet şartlarında, 45 günde bir değişen işçinin, bir 45 gün güya temiz kaldıktan sonra, müteakip 45 gün, köyünde her türlü temizlikten mahrum, perişan bir hayat sürmesi ve her değişimde hiçbir tecrit ve kolektif sıhhi muayene yapılmadan işine devam ede gelmesi… Her ne kadar işçi değişimlerinde etüv, hamam ve saç kesimi yapıldığı ve bunların bitten yüzde yüz temizlendiği, nazari olarak kabul edilse bile, hastalığı kuluçka devrinde olan ve henüz araz göstermeyen işçinin, bunu ocakta başkalarına geçirebilmesi mümkündür. İşte, her değişme evresinde pratik olarak tecrit imkanı bulunmadığından münavebeli mükellef işçi kullanmak sosyal hijyen bakımından telafisi kabil olmayan bir hatadır. Bu işlem işçi sağlığına aykırıdır.
2) İşçilerin teşkilatın pavyonlarında yatan kısmı muntazam etüv ve hamamdan geçtikleri halde, yer bulamayan ve bundan dolayı en pis şartlar içindeki izbe ve barakalarda kazma ve kürekleriyle koyun koyuna yatan ve günlerce su yüzü görmeyenler, ayrıca gece civar köylerdeki evlerinde yatıp gündüz iş başına gelen ve yine yeterince temizlikten mahrum gruplar, ocak dâhilinde birbirlerine karışmakta, bitler de birbirinden diğerine rahatça geçmektedir.

Bu iki esas sebebe ilaveten, verilen sabunun azlığı, işçilerin cahil ve temizlik mefhumundan habersiz bulunması, hamamlarda iş elbisesini soyunup pavyon elbisesini giyenlerin –ki bu nazariyatta kalmakta olup pek çoğunun değişecek çamaşır ve elbisesi yoktur- aynı ve temas halinde asılı duran iki torbayı kullanmaları, Doğu Karadeniz kıyılarından perakende olarak gelen işçilerin, hiçbir kontrole tabi tutulmaksızın işe alınmaları, her çeşit intanın bulaşmasında ufak büyük rol oynamaktadır.

İşçinin kültürel kalkınmasının bir an evvel ikmali, intani hastalıklarla mücadelede çok önemli bir konudur. İşçiyi salgın hastalıklara karşı uyanık bulundurmak için kocaman afişler asmak veya emreder tarzda üç-beş laf söylemek asla tesirli olamaz. Çok kere resimlerden ilhan almak de bir kültür işidir. Herkes duvar afişlerinden beklenilen faydalı bilgiyi alamaz. Bu hususta sırası gelmişken pavyonların birinde şahit olduğumuz bir konuşmayı nakledelim. Duvarlara astığımız, tifüsle ilgili afişlerden birinin karşısında konuşan, henüz en iptidai köy bağlarından cahillik ağlarından sıyrılamamış olan iki ırgattan biri şu garip tefsirde bulunuyordu:

“Bu resimlerdeki bitler kaplumbağa kadar. Bizim bitler küçücük, nasıl tifüs getirecekler ki…”

İşçilere afişi izah etmek, onlara kendi anlayışlarına uygun ve basit bir dille hitap etmek, fakat verilen örneklerde hiçbir zaman softalık ve gericiliğe dayanmamak şarttır. Aşağıya kaydedeceğimiz olay, havzada yapılan sağlık propagandası hakkında tipik bir örnektir:

Zonguldak kömür havzasında tifüsle savaş yapıldığı bir sırada Merkez ve Çaydamarı ocağında, bu işi kontrolle vazifelendirilmiştim. Birlikte çalıştığımız bir maden mühendisi, mezkur ocakta bir muayenesini müteakip gerekli öğütleri vermek maksadıyla, toplanan işçilere şöyle hitap etmişti: “Bana bakın, bir daha bitlenmeyeceğinize şart olsun mu?” İşçiler suskun ve şaşkın birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı. Mühendis bey sorusunu tekrarladı: “Hep bir ağızdan bağırın bakalım. Bir daha bitlenmeyeceğinize şart olsun mu?” İşçiler bu defa, bir ağızdan “Şart Olsun” diye haykırdılar. Bu tarz and içmenin, ertesi gün bit muayenesinde hiçbir tesiri olmadığını mühendis bey idrak etti mi bilmem.

Cahil ve görgüsüz işçilerimizin kafalarına, bit hakkında çok garip ve yanlış kanaatler saplanmıştır. Bunlar arasında birçok kimse bitin kömürden çıktığını ve bu yüzden önü alınmasının imkânı bulunmadığını iddia etmektedir. Bu yüzden, yıllardır ocak içlerinde bitlerini döküp, sonra onları kömürden kaynıyor sanan amelenin ne feci hatalara kurban gittiğini anlamak zor değildir.

Hakikaten en dar galerilerde, baş-yukarı ve baş-aşağı, yüzü-koyun ve sırtüstü, yan yatıp, yarı oturur veya çömelir vaziyette sürünüp kayarak kömür kazar yeraltı işçisinin, ocağa bitli şahıslar girdiği müddetçe, bitten kurtulması imkânsızdır.

Tifüs vakalarının azalmasında son zamanlarda tatbik edilen tifüs aşısının önemli rolü olmuştur. Bunu, elimizdeki istatistikler açıkça göstermektedir. Sağlık personelleri ile, o günkü randımandan başka bir şey düşünmeyen iş amirleri arasındaki ahenksizlik işçiye aşı tatbiki meselesinde büyük zorluklar çıkarmıştır.

1.1.1943’ten 1.3.1945’e kadar geçen 26 ay içinde EKİ Sağlık Teşkilatı Merkez Hastanesi İntaniye Servisi’ne yatan 212 tifüs vakasından 30’u ölmüştür. Köylerde evcek hatta köycek geçirilen ve ağrıya yatmak tabiriyle anılan tifüs vakaları bu sayıya dâhil değildir.

ÇİÇEK SALGINI: İkinci Dünya Harbi yıllarında rastlanan salgınlardan birisi de ÇİÇEK’tir. 1.1.1943’ten 15.3.1944’e kadar hastanemizin intaniye servisine 89 çiçek vakası yatmış, bunların 19’u kara çiçekten ölmüştür. Çiçek salgını, Türkiye’nin başka yerlerinde de olduğu üzere, kömür havzasında da kitlevi aşı tatbikinden sonra 1944 yılı başlarında sönmüştür.

SUÇİÇEĞİ: Çiçek salgını ile aynı devrede 21 vaka tespit edilmiştir.

KIZAMIK: Kışın ve bahar aylarında, yetişkin amele arasında, hatta 40’ına yakın kimselerde küçük epidemiler halinde görülmüştür. Klasik bilginin bir teyidi demek olan, şehirde küçük yaşlarda görülen kızamığa mukabil köylerde münferit ve mücerret olarak yaşayan insanlar arasında ileri yaşlara gelip kolektif hayata girilinceye kadar bu hastalığı geçirmemiş olanlar çoktur.

KABAKULAK: Her mıntıkanın ayrı birer tecrit yeri olmadığından, bu müz’iç intan da işçiler arasında sinsi bir şekilde devam etmekte ve gerek sağlık durumlarını ve gerekse iş randımanlarını sekteye uğratmaktadır.

SITMA SALGINI: Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Zonguldak kömür havzasında da sıtma bazı mevsimlerde büyük epidemiler yapmakta ve her zaman andemo-epidemik olarak işçi arasında seyretmektedir. 1943–1944 yıllarında görülmüş bulunan koma vakaları, işçinin içinde bulunduğu fizyolojik sefaletin bir neticesiydi. Vücut teşekkülâtı ve mukavemeti bulunan kimselerde malarya komasının görülmesi çok enderdir. Meşhur bir İtalyan sözünü burada tekrarlamak isterim: “Sıtmanın ilacı tencerenin içindedir.”

ZÜHREVİ HASTALIKLAR: Bu grup hastalıkların başında frengi ve belsoğukluğu gelir. Zonguldak kömür havzasının birçok bölümleri esasen frengi mücadelesi sahası içindedir. Bu itibarla irsi ve kısbi frengiye fazlasıyla rastlanmaktadır. Bir yandan halkın koyu cehaleti, öte taraftan bu hastalıkların halk arasında hâlâ ayıp sayılması mücadele işlerini hayli güçleştirmektedir. Bekâr amelenin kitle halinde bulunduğu işyerlerinde zührevi hastalıklarla mücadele meselesi en mühim sosyal hijyen konularından biridir. Prostitution evleri ve gizli fuhuşum sıkı kontrol ve takibi lâzımdır. Fuhuş ve alkol iptilâsı içtimai sefaletle atbaşı gider. Zonguldak’ta bu evlerin hemen her mahalle içinde bulunması ve işçi barakalarına, pavyonlarına yakın olması büyük bir mahzur teşkil etmektedir.

Merkezde ve bölgelerde içki satışının bolluğu, sefaleti körüklemektedir. Hâlbuki Hıfzısıhha Kanunu’nun özel maddelerinde bu hususları önleyici kayıtlar mevcuttur. Mükellefiyet, birçok salgınlarda olduğu kadar, zührevi hastalıkların yayılması bakımından da büyük rol oynamaktadır. Bu itibarla işçi sitelerinin kurulmasının bir faydası da ameleleri daimi surette evlerine bağlamak ve eşleriyle birlikte yaşamalarını temin etmektir.

Genorge tedavisi de henüz sistematik ve disiplinli değildir. Halk, önüne gelen ilacı kullanarak hastalığı müzminleştirmekte, tüp tüp sülfamit yutmak suretiyle çeşitli bevli ihtilâtlara meydan vermektedir. Maalesef birçok kimse, Genoreyi hâlâ ayıp saymaktadırlar. Hastalıkları böyle bir tasnife uğratarak bazılarını ayıp saymak, eskinin küflü ananelerinin mahsulüdür. Bugün bir zatürree, bir sıtma, bir ganore, bir frengi de aynı şekilde bir hastalıktır. İnsanlığı her çeşit salgınlardan ve organik düzensizliklerden kurtarmak için yüksek bir ideal peşinde koşan tababet, hastalıkları hiçbir zaman ahlâki veya gayri-ahlâki diye softaca taksimlere uğratmamıştır

Web Sayfası: http://images.google.com.tr/imgres?imgurl=http://haberzonguldak5.googlepages.com/1925_ZongDevlet_Frengi.JPG&imgrefurl=http://haberzonguldak5.googlepages.com/zonguldakTarihi_SC07.htm&usg=__XUpyrN7y550G0_cVeLW_EHbqhoc=&h=301&w=448&sz=22&hl=tr&start=35&um=1&tbnid=co843BSTsUDugM:&tbnh=85&tbnw=127&prev=/images%3Fq%3DEK%25C4%25B0.%2BKozlu%2Bhastanesi%26ndsp%3D20%26hl%3Dtr%26sa%3DN%26start%3D20%26um%3D1

20. Sayı - Mart 2004

Ankara'yı Sarsan Ayaklanma:
KOZLU DİRENİŞİ



Türkiye işçi sınıfının tarihinin en önemli sayfalarından biri de 1965 Kozlu Kömür Ocakları direnişidir. Maden işçilerinin iki yiğit evladını şehit verdiği bu büyük direniş, neredeyse yüz yıldır Zonguldak madenlerini bir köleci sistemle işleten mantığa en ciddi darbe olmuştur.
Direniş, 10 Mart 1965’te Ereğli Kömür İşletmesi’ne bağlı Gelik, Çaydamarı, Kilimli ocaklarında 6 bin işçinin “liyakat zamları”nın dağıtımındaki eşitsizliği prortesto için işbaşı yapmayı reddetmesiyle başlar. Yetkililerin kandırmacalarına kulak asmayan işçiler bütün ocaklara el koyarak trenlerle gelen diğer işçileri de ocaklara sokmazlar. Bu arada duruma müdahale eden iki mühendis de işçiler tarafından dövülür. Olayları bastırmak için yanında 100 jandarma ile bölgeye gelen Zonguldak Valisi ise işçilerin ocakların çevresine kurduğu barikatlar nedeniyle eylem yerine ulaşamaz. İşçilere bir konuşma yaparak işbaşı yapmalarını isteyen Vali, protesto gösterilerine sinirlenerek sertleştiğinde ise kazma ve küreklerle üstüne yürüyen işçilerden kendisini zor kurtarır.
12 Mart günü ise devlet artık işi daha ciddiye almaktadır ve elebaşlarını yakalayıp cezalandırarak ayaklanmayı kırmak niyetindedir! Kozlu’ya getirilen askeri birlikler bu amaçla işçilerin üzerine sürülür. İşçilerin dağılmayı reddetmeleri üzerine ise jandarma ateş açar ve Satılmış Tepe ve Mehmet Çavdar isimli direnişçi işçiler olay yerinde şehit düşerler. Yaralı sayısı ise otuzun üzerindedir. Bu arada on beş jandarma da yaralanmıştır. Tabii yetkililerin açıklamalarına göre (daha sonraları başka katliamlarda da hep söyleneceği gibi) jandarma aslında havaya ateş açmıştır!
Arkadaşlarının ölümü üzerine bu kez işçilerin hedefi Kozlu’dur. Kozlu Dispanseri’nin önüne gelen binlerce işçi burada bir mühendisi rehin alırlar. Buna karşılık şanlı Türk devletinin bulduğu çözüm ise savaş uçaklarına Kozlu üzerinde alçak uçuş yaptırmak ve böylece işçilerin “gözünü korkutmak”tır... Mehmet Çavdar’ın cesedinin teslim edilmesini isteyen devlet yetkililerine işçilerin verdiği yanıt “arkadaşımızın ölüsünü kimseye vermeyiz” olur.
Akşama doğru işçilerin Zonguldak’ı basacakları söylentisi yayıldığında, artık bütün devlet erkanında panik yaratmıştır. Çevre illerden takviye birlikleri istenir ve şehirdeki bütün resmi daireler kapatılır. İşçiler gerçekten de şehrin bütün giriş-çıkışlarını kesmişlerdir. Madenciler sık sık şehri koruyan jandarma barikatlarının önüne geliyorlar ve bu tacizler sonucunda barikatlar adım adım geri çekiliyordu.
13 Mart sabahında ise hükümet olayların sürdüğünü kabul ederek konuyla ilgili haberlerin radyodan yayınlanmasını yasaklar. Aynı gün İçişleri Bakanı, Çalışma Bakanı ve Enerji Bakanı Zonguldak’a gelirler ve işçilerle görüşürler. Bakanlarla görüşerek pazarlık yapan işçiler akşamüstü ocaklara inmeyi kabul ederler.
Bu arada 71 işçi gözaltına alınmış, bunlardan 14’ü tutuklanmıştır. Olayların yeniden patlayabileceği korkusu hükümette öylesine yoğundur ki, Karabük, Adapazarı ve Ereğli’den getirilen askeri birliklerin yanı sıra bir tuğgeneral komutasındaki jandarma birlikleri de şehirde ve ocaklarda konuşlandırılmış, ayrıca 2. tümene bağlı 13. ve 20. alaylarla bir topçu taburu da Zonguldak’a sevkedilmiştir.
Bundan sonrası ise Türk-İş’in anti-komünist yöneticilerinin işçi düşmanlığını göstermesi açısından ilginçtir. Örneğin Türk-İş başkanı Seyfi Demirsoy’a göre havzada aylardır kömünist bildirileri dağıtılmakta, hatta bazı işçiler sarhoş edilerek olaylara sürülmektedir! Türk-İş cephesinden bütün olaylar hakkında söylenen en olumlu laflar bile “güvenlik kuvvetlerinin biraz ölçüyü aştığı”ndan ibarettir.
TİP Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın söyledikleri de bu çizgiyi aşmaz. “Her türlü yasadışı olayın karşısında olduklarını” ısrarla vurgulayan Aybar, “devletin ölçüyü aşan bir mukabelede bulunduğu”nu söylemektedir.
Kozlu işçisinin öfkesi ise aslında hiçbir zaman dinmez. Tarihi boyunca hep aldatılan Zonguldak madencisi, sonraki yıllarda da sık sık ayağa kalkacak, özellikle 1968’de yeniden Zonguldak’a inen 25 bin işçi, geceyarısına kadar şehri adeta işgal edecek, bu arada kendilerini durmadan satıp duran sarı sendikanın camlarını aşağı indirmekten geri kalmayacaktır. .

Alıntı Web Sayfası:
http://images.google.com.tr/imgres?imgurl=http://www.barikat-lar.de/barikat/20/kozlu11web3.jpg&imgrefurl=http://www.barikat-lar.de/barikat/20/tarih20.htm&usg=__QbCPzhTRcNW1MSmeEYIPMGGW4YM=&h=73&w=50&sz=15&hl=tr&start=5&um=1&tbnid=xmoKeONA3Yvz2M:&tbnh=70&tbnw=48&prev=/images%3Fq%3Dkozlu%2Bdispanseri%26hl%3Dtr%26sa%3DN%26um%3D1

28 Şubat 1995 Demokrat

3-02
İŞÇİ EMEKLİLERİ CEMİYETİ BAŞKANI NURETTİN ALKAN;
“BU MİLLET, “İMZA ATAMAYANA MAAŞ VERMEYECEKLER”
DENİNCE OKUMA-YAZMAYA BAŞLADI”

SÖYLEŞİ
Tarih 03.01.1995. Zonguldak İşçi Emeklileri Derneği Başkanı Nurettin Alkan ile Zonguldak’ın geçmişini konuşuyoruz. Daha sonra fotoğraflarını çekiyorum. “Yaz, hem de iyi yaz.” Diyor. Bunca yıl hizmet vermiş işçi emeklilerine reva görülen 3 milyon lira civarındaki aylık Nuri Baba’nın onuruna dokunuyor. 25 yıldır başında bulunduğu cemiyetinin çatısı altında kendi gibi arkadaşlarıyla onurlu bir kavga veriyor.
Odasındaki her şeyi tek tek açıklıyor. “Bak bunu biz kendi paramızla aldık.” derken birlikten nasıl güç doğduğunu kanıtlamak istercesine bakıyor. Ve biz henüz bant çözümlerini gazeteye ulaştıramadan Nuri Baba’nın 03.02.1995 günü aramızdan ayrılabileceğine ihtimal bile vermiyoruz.
Evet, söyleşinin yapılmasından tam bir ay sonra 04.02.1995 günü Nuri Baba’yı Asri Mezarlıkta toprağa veriyoruz. Bu söyleşiyi sağlığına yetiştirememenin burukluğunu hep içimde taşıyacağım. Nurettin Alkan Zonguldak’ı Zonguldak yapan mükelleflerden biriydi. Halkevciydi. Gazipaşa Caddesi’nden geçen tren rayları arasında geçen çocukluğu sırasında kömür toplayıp harçlığını çıkardı. Hayata gözlerini açtığında babası Çanakkale’de şehit olan Nuri Baba Ereğli’den Zonguldak’a göçtüğünde küçücük bir bebekti ve o zamanlar “Küçük Zabit” denilen yedek subay dayısının yanında okumuş, didinmiş, çalışmıştı. Hala da çalışıyordu. 25 yıldır işçi emeklilerinin haklarını savunuyordu.
Fransızları, İhsan Soyak’ı, İnönü’leri yaşamıştı. 1936 yılında Merkez Atölyesi’nde işbaşı yaptığında atölyenin %80’i Fransızlarca yönetiliyordu. Şimdi terk edilmiş film seti sessizliğini yaşayan Kireçlikten getirdiğimiz 1920’li yılların puantaj cetvelleri ve bir takım belgelerini de ona okutmuştuk. İşi çoktu. “Bunları hepsini sonra okurum sana ben” diyerek ve yine her zamanki gibi hiç oturmadan ayaküstü çekip gitmişti. Ölümü de öyle oldu.
Birçok işini bitiremeden, hem de ne ayaküstü; üstelik sabah 10.00’da Demokrat Zonguldak Bürosu’nu ziyaret ettikten sonra ve çok ani.
Demokrat okurlarına ve Zonguldak’ın geçmişiyle ilgilenenlere bu söyleşiyi sunarken Nuri Baba’nın ölümünden sonra bile bu kente ve insanlara hala bir şeyler verebildiğini vurgulamak istiyorum.
Ailesine ve dostlarına başsağlığı dilerken anısı önünde saygıyla eğilirim.
Saffet CAN

Alıntı Web Sayfası ; http://images.google.com.tr/imgres?imgurl=http://hzdizi01.googlepages.com/kp_2.jpg&imgrefurl=http://hzdizi01.googlepages.com/mukellefiyet3-02.htm&usg=__dQtyx1PMs11e4-wyuMOMcDF5oT0=&h=681&w=400&sz=125&hl=tr&start=28&um=1&tbnid=O2i78dYu_1Oo5M:&tbnh=139&tbnw=82&prev=/images%3Fq%3Dkozlu%2Bdispanseri%26ndsp%3D20%26hl%3Dtr%26sa%3DN%26start%3D20%26um%3D1


09 Mayıs 1994 Pazartesi Uyanış

2-07
HASAN ÇAVDAR: “İNSAN DEMİRDEN KATIDIR!..”

SÖYLEŞİ
Bir zamanlar Menderes’in “Yeni bir kalemiz daha oldu.” dediği Zonguldak Cezaevi’nin yıkıntıları arasında ismini bulmuştuk. EKİ tarafından bastırılmış ve “İş Mükellefiyeti Takip ve Tescil Müdürlüğü”ne ait bir matbu evraktı. Dahası, ilişiğinde bazı jandarma tutanakları ile bir dizi isim vardı.
Olukyanı Köylüleriyle yaptığımız söyleşi (06.11.1993) sırasında Husunlar Köyü’nü tanıyıp tanımadıklarını sormuştuk. İçlerinde yaşayan biri vardı. Ama Kozlu’da oturuyordu. 1337 doğumlu Hasan Çavdar yaşıyordu ve Kozlu’da idi. Telefonunu aldık. Bir dizi randevulaşmadan sonra 1 Mayıs günü mahalle bakkalında bizi bekler gördük.
Geçirdiği rahatsızlık nedeniyle konuşması mümkün değildi. Pilli bir cihaz yardımıyla konuşuyordu. Geleceğimi bildiği için hazırlanmış, cihazın pillerini şarj etmişti. Biraz da heyecanlıydı. Ne adına ve hangi amaçla geldiğimizi bilmiyordu. Lâf başı “sakın kanuna karşı bir iş yaptırma bana; bak sana anlatıyorum ama kanuna karşı bir şey yazma gazeteye” diye tembihlerde bulunuyordu.
Mükellefiyeti görmüştü. “Aman yazma bunu” dediği tarihler, kaçak olarak çalıştığı yıllardı. Ocakla ilk tanışması İnağzı’nda olmuştu. İnağzı’ndaki ocağı Kürt Ali Bey çalıştırıyordu. Hem Türkiye’deki kaç tane köyün ismi değişmişti. Husunlar Köyü de şimdi Alancık olmuştu. Fransızlara çalışırlardı ama Fransızları görmezlerdi ki. Ama bu mükellefiyet Fransızlardan kötü olmuştu. Askerden geldiği zaman ablasının başını jandarmalar kırpmışlardı. 5 gün işe gitmediği için yapılan 50 lira cezayı ödemekle bitirememişti. Bir keresinde maaşında 3 lira eksik görmüştü. Paranın eksik olduğunu söylediğinde kasadar Emin Bey’den bir araba sopa yiyecekti. Bir de jandarmadan öyle korkmuştu ki, hani maaşını alsalar sesini çıkarmayacaktı işte...
Saffet CAN





Mükellef Hasan Çavdar



ADI SOYADI : Hasan Çavdar
DOĞUM TARİHİ: 1337 ( 1921)
DOĞUM YERİ : Husunlar Köyü /Zonguldak

YER: Kozlu /01 Mayıs 1994

—Zonguldak Cezaevi’nin yıkıntıları arasında sizin isminizin de yer aldığı ve vaktiyle uygulanan mükellefiyete ait “İş Mükellefiyeti Müdürlüğü” tarafından matbu hale getirilmiş bir belge bulduk. Bu nedenle de ziyaretinize geldik. O günleri bize anlatır mısınız?
—Benim ocaklara girişim 15-16 yaşlarında oldu. Bunu yazma ama, çünkü o zaman kaçak çalıştım. İnağzı’nda Kürt Ali Bey’in ocağı vardı. Orada çalıştım. 1941 yılının 11. ayının 10’unda askere gittim. Uzunköprü’de süvariydim. O zaman süvari vardı. Hani at koşularını seyrediyor musun? İşte öyle süvari. Aynı şeyi yapardık biz.
—Askere gitmezden önceki çalışma hayatından başlayalım mı?
—Eskiden Fransızlar çalıştırırdı ocakları. 40 senesi öncesiydi, hükümet ocakları onların elinden aldı. Bu arada madenkeşlikte de çalıştım. İhsaniye’de, Çaydamar’da Fransızlar’ın elinde çalıştım.
—Fransızlar size nasıl davranıyorlardı?
—Biz Fransız görmüyorduk ki. Onların adamları vardı. Ama biz onların zamanında madenkeşlikten daha rahattık. Madenkeşlik çıkınca, bak bir şey söyleyeyim ama yazma, hani birle iki var ya. Okurlardı, 12 diye. “Bunun 12 olduğunu nereden biliyorlar?” derdim. Okumamız yazmamız mı var? Mektep görmedik ki. Askerde öğrendik. Yoksa vaktini mi alıyorum senin?
—Yok. Ben senin için geldim.
— Cahil gittim askere. Onbaşı, çavuş imtihanına girdim. Kazandım. Beni yazısı var sanıyorlar. Bir üsteğmenim var, siyah gözlüklü. Çekişiyor benimle. “Gözlerime bak ulan” diyor bana. “Gözlerin okuyo diyor”.
—Ocakta ne gibi işler yaptın?
—Her işi yaptım ocakta. Yazıyı askerde öğrendim.
—Ne kadar askerlik yaptın?
—Kusura bakma askerliğim azdır. Dört senecik yaptım. 1941’in 11. ayının 10’unda gittim, 45’in 3. ayının 25’inde terhis oldum.
—Ocaklarda çalışırken nerede yatıp kalkardınız?
—Hanlarda. Barakalarda. başımızın altına bir taş koyar yatardık.
—Sayvan veya baraka yaptınız mı oralarda?
—Biz yakın köylü olduğumuz için yapmadık. Uzaktakiler yaptılar. Biz işimize geldik mi, yaya olarak köye gidip gelirdik.
—Bit, pire ne âlemdeydi?
—Onun büyüklerini mi anlatacağız, ufaklarını mı?
—Hepsini.
—Askerde bile biti silkelerdik biz. Bunun nedenini anlatayım sana. Askere gitmezden önce, çalışırken şu dizimi kestim köyde. Baltayla kestim. Beş gün işe gidemedim. O zaman bir ay çalışıp, bir ay köyde duruyorduk. Tabi yara iyi olmadı. Doktora gittim. “Benim istirahat vereceğim adam köyüne varmadan ölecek.” dedi. Kilimli Dispanseri’nin doktoruydu. Biz o zaman tarihi, yazıyı mı biliyoruz. Böyle bir gazeteciyle konuşacaksın nerde. Korkardık. Yalınayak çalışacaksın. Başka bir bildiğim yoktu. Çıkan kömürü iki yüz metre, üç yüz metre elimizle iterdik arabayla. İnağzı’nın altında silo vardı. Tumba derlerdi. Oraya dökerdik.
—Oradan nereye giderdi kömür?
—Aşağıda trene yüklenirdi. Ne bileyim nereye gittiğini. Bilemezdik. İşte orada beş gün işe gidemedim diye bana 50 lira ceza yaptılar. O ceza beni Lüleburgazlarda da buldu. Hakim çağırdı. “Bak terhis oldun mu, jandarma ile İstanbul’a, İstanbul’dan da Zonguldak’a götürürler seni” dedi. “Muhafızla gideceksin” dedi. “Ama buraya 6 lira yatırırsan, sana bir kâğıt vereceğim” dedi. Ben, “6 lirayı bulayım” dedim. Koşa koşa bölüğe gittim. Bölükten arkadaşlardan temin ettim 6 lirayı. O zaman para mı var? Geldim yatırdım parayı. Üçüncü ayın 25’inde terhis oluyoruz. Topçu alayına topladılar bizi. Albay konuşurken iki tane jandarma geldi. Albay’a bir kâğıt verdiler. Ama ben huylandım. Dedim ki, “Bu kâğıt, o kâğıt. Beni arıyorlar.” Albay beni çağırdı. “Ne haber onbaşı?” dedi. “Ne bu ceza?”
Albay beni severdi.
Ben de durumu anlattım. “Bu parayı yatırdım” dedim. Jandarmaları gönderdi. Ben öyle geldim. Geldim de sonra burada ödedim.
—Kaç defa aldılar bu parayı senden?
—Beş beş ödüyorum işte. Bir de mahkeme masraflarını ödedim. Yalan olmasın ama 60-70 lira ödedim hepsini.
—Askerden geldikten sonraki Zonguldak’ı anlatır mısın?
—Madenkeşlik var. Dayak nasıl biliyor musun? Pavyondan çıkıp evine gidemiyorsun. Askerden geldikten 6 ay sonra filân işe başladım yeniden. Kancacılık yapıyordum. Ocaklar devletin eline geçmişti.
—Köyde iş bulamadın da mı ocaklara girdin?
—Mecburuz. Jandarma zoruyla, dayak zoruyla liste yapıyorlar köyde. Şimdi Zonguldak’ı şöyle bir gözünün önüne getir. Bilir misin köylerini? Gidiyor musun?
—Evet.
—Konya’da bir verirsin toprağa, 5 alırsın. Bizde bir verirsin, sıfır alırsın. Bu kömür ocaklarını bir kapatsınlar, Zonguldak ahalisi aç kalacak da birbirini yiyecek bilesin. Benim şimdi tapulu ve tapusuz arazime bir baksan, Konya’daki çiftçinin o kadar yoktur. Ama, ne ekiyorsun, ne alıyorsun yahu? Git köylere hepsi böyledir. Sor hepsine tek tek, aynı şeyi ifade edecekler.
—Mükellefiyet döneminde köylerde eza cefa çok olurmuş?
—Ben askerdeyken, jandarmalar kadınların başını kırpmışlar. Geldiğimde ablamın başı kırpıktı. Kız kardeşimin, annemin başını kırpık gördüm. “Bit var.”diye kadınların başını kırpmışlar jandarmalar.
—Kaçak maden işçileri için de kadınlara eziyet ederler miydi?
—Bilebildiğim kadarıyla Devrek tarafından şunu gördüm ben. Kadını jandarmalar alıyorlar. Arabaya odun koydu diye alıyorlar. Getirdiler buraya. Hükümet önüne. Vallahi de billahi ben buna şahidim. Beycuma tarafında iki tane kadın, “Şu karnımdaki çocuk jandarmadan” dedi. Bunu böyle konuştu kadın. Kadının bu ifadesi Osman Bölükbaşı’nın eline geçti. Bölükbaşı Zonguldak’ta hükümet meydanında aynı kelimeyi konuştu.
Ayağımı yaraladığım zaman beni jandarma götürdü. “Yahu başçavuşum yürüyemiyorum” dedim. Bana ana avrat küfretti. Bunları bir madenciye sorduğun zaman bundan başkasını anlatıyor mu sana?
—Aynı şeyleri anlatıyorlar.
—Öyleyse mesele kalmadı. 1950 senesinden sonra millet bir serbestledi.
—Kaçakları nereye götürürlerdi?
—Karakola. “Sahil Direk” derlerdi. Al Allah, ver Allah. Ben düşmedim oraya Allahım’a şükür. Çok yalvardım Allah’a. “Allahım bana sabırlar ver” dedim. Oraya düşen kan ağlıyor. Tuvalete bile gidemiyor. İşkence yaparlardı.
—Nereden emekli oldun?
—Çaydamar’dan.
—Şimdi Çaydamar’ı kapattılar. Yok mu orada kömür?
—Var. Bunlar nasıl bir şey biliyor musun? Çaydamar’da ocakları kapatacağına paranın nerden dağıtıldığını bilmeyen adamlar var, onların işine son verseler ya. Bunları araştırsalar ya. Bilmem ne bakanının adamı işte. Maaşını almadan almaya geliyor işe. Bana “para verilen yer nerde?” diye soran çok oldu. Bunları arasalar ya.
Sen “Bursa kestaneliği” diye bir şey duydun mu?
Bursa’da çingenenin biri demiş ki, “başımdaki şapkayı yukarı atıp da şapka aşağıya düşünceye kadar padişahlığı bana verseler, ben ne yapacağımı bilirim.” padişahlık zamanında. Merak etmişler. “Bakalım ne yapacak?” demişler. Atmış şapkayı, yere düşmeden emir vermiş:
“Bursa Kestaneliği vakfındır!” demiş.
Bunu niye böyle yaptığını sormuşlar. Anlatmış; “Kestanelikten kestane toplarken beni öyle dövdüler ki, bu Bursalılar” demiş. “Anamı ağlattılar”.
Neden şimdi bu lâfı söyledim? Bana kalırsa iki parti yeter memlekete. Acaba yanlış mı konuşuyorum. Kanun çevresinden çıkarma beni. Hani bak kanun çerçevesinden çıkıveririz olmaz. Benim 9 tane çocuğum var.
—Bu rahatsızlık nasıl oldu? Ocakta mı oldu?
—Şimdi sen Ankara’daki hastaneye git, benim gibi bir sürü kişi görürsün. Konya’da da var. Onlar da ocağa girmediler ya. Benim çalıştığım yerde zaten sigara içilmezdi. Asansörle yüzlerce metreden kömür çektim. Hiç görmeden. İbrelerle, seviye müşirleriyle kömür çektim.
—İşçiler pavyonlarda neden yatmadılar?
—Ben sana dedim ya, 11-12’yi gördüğüm zaman, “bundan nasıl anlarlar ki?” derdim. İşte pavyonda yatmamalarının nedeni o. Cahillik. Pavyonda yatarken saç koymazlardı. Şimdi adam koyuveriyor saçını. O zaman bakamıyorlar ki kendilerine. 1945-46 senelerinde 145 kuruş yevmiyem vardı benim. Mısırın kilosu da 185 kuruştu. Anlatabiliyor muyum? Bu adam temiz olabilir mi? Yıl 47, 45 lira para alıyorum. İlk defa 150 kuruşa çıktı yevmiyem. 60 lira para aldım. Elim para ile doldu.



Mükellefiyet Müdürlüğü'ne ait ve Zonguldak Cezaevi'nin
yıkıntıları arasında bulduğumuz matbu,
zorunlu işçilerden E grubunun listesi

—Kürt Ali’nin ocağında size parayı nasıl dağıtıyorlardı?
—Bize bir kuyruk (dekont) verirlerdi. Muhasebeci gelir, verirdi parayı. Sana noksan vermiş, kimse sormazdı. Şimdi Kürd’ün ocağını bırakalım. Çaydamar’a gelelim. Çaydamar’ında bir gün para dağıtılıyor. Kasadar geldi. Kardeşi bizde kâtip. Emin Bey olacak adı. “3 lira noksan verdin.” dedim. Bana bir bağırdı. Geri çekildim. Bekçiler geziyor. Bir iki de fotörlü adam geziyor. 47’lerde oluyor bu. Emin Bey dövecekti beni.
—Korktun mu?
—Korkmayıp da ne yapacaksın? Seni jandarmanın yanına götürürlerse. Pavyonda jandarma var. Allah muhafaza. Aylığını birden versen de oraya gitmesen daha iyi. Oralarda dolanıyorum. Belki merhamete geliverir gibi. Köylülerden Perşembeli birisi vardı. Ona da 6 lira eksik vermişler. O da geziyo. Kuyruk elinde dolanıyor. Şöyle bir kâğıt. ben okuyorum ama, o vatandaş kuyruğu okuyamıyo. Orada ona, “ne arıyorsun sen?” dediler. Kaldım kapının arkasında. Çıkamıyorum da. kaçacağım, çıkamıyorum... Bana bir şey söyleseler, “bende bir şey yok, paramı aldım gidiyorum işte.” diyeceğim. Jandarma korkusu var. Sonra bir kaç adam geldi ordan. Demokrat Parti’nin hafiyeleri imiş onlar. Paralarımızı alıverdiler bize. Ben adamların yüzüne bile bakamıyordum.
—İşçinin parasıyla zengin olmuş kasadar var mı Zonguldak’ta?
—Ben onu bilemeyeceğim. Beni yalan konuşturma. Cenabıallah’ın gücüne gider. Yalanı öbür dünyada öderim sonra. Rahmi Bey diye bir mühendis vardı. İhsan Soyak diye bir Umum Müdür vardı. İhsan Soyak çalışkan bir adammış. Ben askerdeyken ocaklar stop olacakmış. O düzeltmiş. Fakat ağlayan çocuğa bir dilim ekmek vermezmiş İhsan Soyak. Bu yalan değil. “Ben sizi boğaz tokluğuna çalıştıracağım.” derdi. Rahmi Bey vardı. Allahın sabahı bir iki adam dövmeden ocağa girmezdi. Bölüm mühendisiydi. Çaydamar’ın bölüm mühendisiydi. Ondan sonra Tevfik Ayyıldız geldi. O iyi adamdı. Efendiydi. Onun yanına gidip derdini anlatabiliyordun. Rahmi Bey’in yanına nasıl gidiyorsun yahu? “Rahmi bey geliyo” deyince, ağlayan çocuk susardı be.
—Tifüs aşısından çok kaçmışsınız. Yakar mıydı?
— Kaçmayıp da ne yapacaksın yahu? Aşıyı yedik mi ayaklarımızı duvara dayardık. Çok yakardı.
—Kaçıp da kurtulabildiniz mi?
—Nasıl kurtuluyorsun? İşini stop ediyorlar. Eskiden stop etmek yoktu. Sadece dayak vardı. Sonradan stop etmede çıktı.
—Hiç karakola düştün mü?
—Karakola çektiler ya. 41 senesiydi. Ayağımı kestiğim için işe gidemedim ya, onun için götürdüler beni karakola. Devlet Hastanesi’nin altında bir karakol vardı. Oraya çektiler beni. Başçavuş sorguya çekti beni. Ana avrat küfür etti bana.
—Seni köyden mi getirdiler?
—Köyden aldılar. Jandarma ile yürüyerek geldik. Gelirken jandarmadan bir işkence görmedim. Sonra da işyerime götürdüler. Orada “Sen niye geldin, bu ay senin boş ayın.” dediler. Bir ay çalışıp, bir ay köye gidiyorduk ya. İzinli ayımda götürdüler beni oraya. İçerde çok yatan da vardı. Bizim hanımın dayısı 52 buçuk gün yattı hapiste. Umumhane (genelev) var ya, (Acılıktaki hapishaneyi anlatıyor) orada bir hapishane vardı. 50 lirayı vermedi diye orada hapse attılar onu. İbrahim Oruç’tur adı.
—Bir de tahkimat işi var. Kaçan mükellefleri tahkimata gönderirlermiş. Bu nasıl bir şey? Yeni kuşaklar bunu bilmezler.
—Benim enişte de tahkimata gidenlerdendi. Adı Şaban Sarı’dır. Trakya’da tahkimatlık yaptı. 2 yıl Hadımköy’de idi. Askerlere mevzi kazdılar. 5-10 gün işe gitmemiş, onun için. Maden kaçağı diye.
—Para vermişler mi?
—Yahu ne parası. Ceza bu, para mı olur? Ben, onun oraya gittiğinde askerdim. Geldiğimde orada olduğunu öğrendim. Zonguldak’ta Bahattin vardı, lokantacı. Bilmem tanır mısın? Bahattin’in lokantasının sahibi vardı. Ali Çavuş derlerdi adına. O da maden kaçağı olarak oraya gönderilmişti. Eniştemgilin başında çavuştu işti. İçtima ile koğuşa sokarlarmış. İçtima ile koğuştan çıkarırlarmış. Cezalı yani.
—Eskiye ait resim var mı evde?
—Kim çektirecek onu? “Resim çektirecek para var mı?” desene.
—Hasan ağabey, torun kaç tane?
—Hıı. Şimdi hesap edeceğiz onu. 3-4-10-11-12-13 daha unuttum, ne bileyim daha var mı?
—Çok çileli günler çekmişsin. Okuyucularımıza insanı anlatır mısın? Yani, insan nasıl bir şey sence?
—İnsan demirden katıdır. Yani, taşı delen elmas var ya, ondan da katı insan. Zonguldak’ta üç tonluk kamyonlardan üç tane olduğu günleri iyi biliyorum. Üç tane vardı. Kozlu’ya araba yoktu. O tarihleri bilemiyorum. Bizim köyden yürüme bir buçuk saatti. Ocaklara maden direği çekerdik biz. Ayağımda bir çizme vardı. Eskimek bilmezdi. Ayağım kendinden çizmeliydi yani, anlıyor musun? Anadan doğma çizme. İşte öyle buraya, 17’ye direk çekiyorduk. O işlerden Kara Mehmet kazandı hep.
—Kim bu kara Mehmet?
—Devrekli, direk müteahhidi Mehmet Oğuz. Bizim çektiğimiz direkleri bizden alır, işletmeye satardı. Çok para kazandı bu işten.
Kozlu’da birçok dükkânları vardı. Artık ne olduysa, hacze gitti hepsi.
—Sayın Çavdar, verdiğiniz tüm bilgiler için teşekkür ederim. Size uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum.
—Sağ ol.



Böylece bir 1 Mayıs gününü geride bırakmıştık. Hasan Çavdar, cebine soktuğu cihazından sonra çıkmayan sesini eli ile telâfi etmeye çalışıyor ve gözden kaybolana dek sıcaklığını hissettiğimiz ışıl ışıl parlayan gözleriyle “hoşça kal” diyordu. Söz vermiştik. Yine gelecektik. Hele bu söyleşinin yayınlandığı gazeteyi Kozlu’ya mutlaka ulaştıracaktık. Bunca çileden sonra, demirden bile katı insanoğluna, gün gelmiş de bir gün; ciddi ciddi “nasılsın, hele bir anlat bakalım şu olup bitenleri.” diyen olmuştu. Söylenen her söz dizgiye girecek, yaşananlar unutulmamak üzere Zonguldak’a mal olacaktı. Çavdar’ın parıldayan bir çift gözünde işte o son anda; bu özetten başka, bir de umut parlıyordu. Allah’ına çok şükürdü. İyi idi. Tekaüt olmuştu. Ama çoluk çocuk endişeleri de vardı. Bu söyleşi nedeniyle de endişelerini paylaştığına inanıyordu.
Alıntı Web Sayfası: http://images.google.com.tr/imgres?imgurl=http://hzdizi01.googlepages.com/mmudurlugu.jpg&imgrefurl=http://hzdizi01.googlepages.com/mukellefiyet2-07.htm&usg=__TAjRaVNz6ghckhv5zuLPuNWArZs=&h=496&w=400&sz=58&hl=tr&start=27&um=1&tbnid=lQ9cyG49R8bhPM:&tbnh=130&tbnw=105&prev=/images%3Fq%3Dkozlu%2Bdispanseri%26ndsp%3D20%26hl%3Dtr%26sa%3DN%26start%3D20%26um%3D1

Hastanamizin Tarihçesi

YAPILANDIRILACAK

Alınan Belge Ve Sertifikalar


HASTA HAKLARI

HASTA VE HASTA YAKINLARININHAK VE SORUMLULUKLARI
Sağlığınızı korumak, sürdürmek veya tekrar kazanmak için sağlık hizmeti almaya geldiğiniz Özel Yüzyıl Hastanesi’nde günlük hayatta karşılaşmadığınız değişik uygulamalar, işlemler ve kavramlarla karşılaştığınızın farkındayız.
Sağlık hizmetlerinin iç ve dış hasta memnuniyetine uygun, insan haysiyetine yakışır şekilde siz hastalarımız ve yakınlarının “hasta hakları��?ndan faydalanabilmesi ve hak ihlalleri ile bunlara bağlı ortaya çıkan problemlerin önlenmesi için hasta ve hasta yakınları ile tüm sağlık personelimizin en iyi şekilde eğitilmesini hedeflemekte ve bu doğrultuda çalışmaktayız.
Hasta hakları, temel insan haklarının sağlık hizmetlerine yansımasıdır. Dünya Tabipler Birliği Bildirgesi (Lizbon, 1981), Avrupa Hasta Hakları Bildirgesi (Amsterdam, 1994), Dünya Tabipleri Birliği Hasta Hakları Bildirgesi (Bali, 1995) ve T.C. Sağlık Bakanlığı Hasta Hakları Yönetmeliği (Resmi Gazete, Tarih: 01.08.1998, Sayı: 23420)’nce kabul edilmiş somut haklardır.
Özel Yüzyıl Hastanesi olarak, misyon, vizyon ve kalite politikamızın ortaya koyduğu ilkelerle siz hastalarımızın ve yakınlarının hakları ile bizlerden beklentileriniz hakkında bilgilendirme sorumluluğunu taşımaktayız.


HASTANIN HAKLARI
Hizmetten genel olarak faydalanma:
Adalet ve Hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde sağlık hizmetlerinden faydalanma. Irk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, felsefi inanç,ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınmadan hizmet alma hakkı vardır.
Bilgilendirme ve bilgi isteme:
Her türlü sağlık hizmetinin ve imkânının neler olduğunu öğrenmeye ve sağlık durumu ile ilgili her türlü bilgiyi sözlü veya yazılı isteme hakkı vardır.
Sağlık kuruluşunu ve personelini, seçme ve değiştirme:
Sağlık kuruluşunu seçmeye, değiştirmeye ve seçtiği sağlık tesisinde verilen sağlık hizmetlerinden faydalanmaya, sağlık hizmeti verecek vermekte olan tabiplerin ve diğer sağlık çalışanlarının kimliklerini, görev ve unvanlarını öğrenmeye seçme ve değiştirmeye hakkı vardır.
Mahremiyete saygı gösterilmesi:
Gizliliğe uygun bir ortamda her türlü sağlık hizmeti almaya ve kendisi ile ilgili bilgilerin gizli tutulmasını istemeye hakları vardır.
Hastanın rızası ve izin, tedaviyi reddetme ve durdurma:
Tedaviyi reddetmeye, durdurulmasını istemeye, tıbbi müdahalelerde rızasının alınmasına ve rıza çerçevesinde hizmetten faydalanmaya hakkı vardır.
Güvenliğin sağlanması:
Sağlık hizmetini güvenli bir ortamda alma hakkı vardır.
Dini vecibeleri yerine getirebilme ve dini hizmetlerden faydalanma:
Sağlık tesisinin imkanları ölçüsünde dini vecibelerini yerine getirmeye hakkı vardır.
İnsani değerlere saygı gösterilmesi, saygınlık görme ve rahatlık:
Saygı, itina ve ihtimam gösterilerek, güler yüzlü, nazik, şefkatli bir ortamda, her türlü hijyenik şartlar sağlanmış gürültülü ve rahatsız edici bütün etkenler giderilmiş bir sağlık hizmeti almaya hakkı vardır.
Ziyaret ve refakatçi bulundurma:
Sağlık tesislerince belirlenen usül ve esaslar çerçevesinde ziyaretçi kabul etmeye ve mevzuatın ve sağlık tesisinin imkanları ölçüsünde ve hekimin uygun görmesi halinde refakatçi bulundurmaya hakkı vardır
Müracaat, şikayet ve dava hakkı:
Haklarının ihlali halinde, mevzuat çerçevesinde her türlü başvuru, şikayet ve dava hakkını kullanmaya hakkı vardır.
CEP TELEFONUNUN ZARARLARI

- The funniest videos are a click away
***

Foto Galeri






KOZLU SEMT POLİKLİNİĞİ


TARİHÇEMİZ

Hastanemiz, Zonguldak bölgesi sigorta hak sahiplerinin yoğunluğu nedeniyle ihtiyaç duyulan ve 01.02.1969 tarihinde Kurum malı olarak inşaatı tamamlanan binada, 455 ruhsat yatak kapasitesi ile 12.11.1974 yılında SSK Hastanesi olarak hizmete girmiştir.
Büyük illerimizdeki hastanelerimize taşradan sevk edilen hasta sayısında ki artışı önlemek, bölgesinde tedavi olan hasta mağduriyetini gidermek, zaman ve emek kaybını önlemek amacıyla yapılan düzenleme ve iyileştirmeler sonucu 16.10.1995 de bölge hastanesi olması uygun görülmüştür.
Hastanemiz 20.02.2005 tarihinde SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devri ile Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi adını almış olup, halen 25 branşta servis, Röntgen ve 4 laboratuarları, 503 fiili yatak kapasitesi, 596 kadrolu personeli ile hizmet vermektedir.

YEŞİL SAYFA